9 Şubat 2011 Çarşamba

Son Dönem Kıbrıs Meseleleri

1974'te Ecevit hükümetinin Barış Harekatı ile bağımsızlığına kavuşan ve kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti o günden hatta daha öncesinden itibâren Türkiye'nin her zaman gündeminde olmuştur, ancak son dönemde ayyuka çıkan ve seviyesi iyice düşen tartışmalar bu sefer Kıbrıs'ı Türkiye medyasına farklı bir şekilde getirmiştir. Öncelikle geçtiğimiz günlerde olanları kabaca hatırlayalım, Kıbrıs'ta yapılan bir mitingde sayıları 50yi geçmeyecek bir grup insan, Türkiye yönetimini kastederek "Türkiye defol", "Türkiye Kıbrıs'a vali atasın, bütün herşey sonuçlansın", "Türk askerinin işgali altındayız" gibi içerikleri olan birtakım dövizlerle mitinge dahil olmuştur, daha sonra ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu şahıslar nezdinde bütün Kıbrıslıları içine alacak şekilde KKTC halkına besleme yakıştırması yapmıştır. Kökeni, özü, dili, dini, ırkı bir olan bu iki insan topluluğu hatta iki bile değil özünde bir olan bu insan topluluğu birbirine düşmüş ve istenmeyen olaylar cereyan etmiştir.

Türkiye'nin adadaki ekonomik politikaları olmazsa, KKTC'ye uygulanan ambargonun sonucu olarak Kıbrıslıların yaşaması ve KKTC'nin gelişmesi mümkün değildir ki zaten bunu adaya gittiğinizde en küçük bir örnek olarak anayollarda dahi gezerken, bu yolları Türkiye'nin yaptırdığını gösteren tabelalardan anlayabilirsiniz, fakat bu yatırımlar yapılırken Türkiye'nin öncülüğünde kurulan KKTC hükümeti ve bakanlıkları çoğu zaman hiçe sayılmış ve bu kurumlar sanki bağımsız bir devletin değil özerk bir devletin bakanlıklarıymış muamelesi yapılmıştır. Şartlara bakıldığında bir tek Türkiye'nin tanıdığı ve dünya tarafından ambargolar altında ezilmiş bir ülkenin Türkiye'ye bağlı özerk bir ülke olduğu düşüncesine kapılınabilinir fakat Türkiye öncelikle kendisi KKTC'nin bağımsızlığını tanımaz ve sürekli içişlerine müdahale ederse dünyadan aynı isteği hangi yüzle talep edecektir? Pekiyi bu zamana kadar Kıbrıs'a yapılan yardımların kullanımı sadece ve sadece Kıbrıs yönetimine bırakıldığı dönemler olmamış mıdır? Cevap, evet olmuştur fakat devlet yönetiminde acemi olan ve para yönetimini verimli bir biçimde gerçekleştiremeyen Kıbrıs hükümetleri ekonomik gelişim noktasında ilerleyememişlerdir. Bu durumda Türkiye'nin de suçu yok mudur? Cevap, elbette vardır eğer siz anavatansanız yani anaysanız çocuğunuzun eğitimini siz üstleneceksiniz demektir, en basitinden anne aslan eğer yavrusuna avlanmayı öğretiyorsa, KKTC'nin ekonomisinin kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamak da Türkiye Cumhuriyeti'nin en kutsal görevidir, bu noktada bu zamana kadar yapılanlar nedir sorusunun cevabı ise ancak şu olabiliyor, inşaat sektörüne yatırım yap adayı sürekli inşaa et fakat bu binalar ne bir fabrika ne de bir atölye veya üretimhane olsun sadece otel, kumarhane ve sayfiye evi olsun şeklinde gerçekleşmiştir. Türkiye adayı kendi güvenliği için gerekli olan bir askeri üs gibi görmüş fakat ülkesinde istemediği kumar, fuhuş gibi sektörlerin buraya konuşlandırılmasında bir beis görmemiştir. Dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, eğer o ülke halkını sadece hizmet sektörüne yönlendirebiliyorsanız, o halk gördüğüne yönelecektir, farklı bir çıkış yolunu ekseriyetle aramayacak ve kendisine sunulana talim edecektir, işte Kıbrıs halkında da bu durum meydana gelmiştir, "ada halkı çok tembel, iş yapmayı hiç sevmezler" gibi bir düşünce pek mantıklı olmayacağı gibi Kıbrıslı devlet memurlarının ancak Türkiyedeki devlet memurları kadar ne eksik ne de fazla tembel oldukları gerçeği de meydandadır.

Peki gelelim Kıbrıs üniversitelerinde ve İngiltere üniversitelerinde gâyet kaliteli eğitimler alan üniversite mezunu Kıbrıs Türkleri'ne, İngiltere'de okuyan ve genelde İngiltere'ye yerleşen ancak emeklilik dönemlerinde ve yaz tatillerinde Kıbrıs'a dönen, ekonomik düzeyleri Türkiye'nin çok üstünde olan Kıbrıslıların neden adaya yatırım yapmadıklarına. Üzülerek belirtmeliyim ki, Kıbrıs'ta gözlemlediğim husus adada yaşayanların Türk kimliği yanında Rum kesimi kimliği de taşımaları bu sâyede AB vatandaşı olmaları ve Avrupa'ya yerleşerek bir Avrupa'lı kimliği kazanmaya çalışmaları olmuştur. Kıbrıs halkının bir kısmı -öyle olmayanları tenzih ederim- 1974 öncesinde kendisine yapılan zulmü unutmuş ve AB vatandaşlığının getirdiği çıkarları, milli kimliğine sahip çıkmaya tercih etmiştir. Bunu söylerken adaya çözüm gelmemesi ve bu ortamın devam etmesi gerektiğini savunduğumu zannedilmesin, tabii ki adadaki huzur Rum Kesimi ile ortak atılacak adımlarla sağlanacaktır, ancak bu süreçte sürekli taviz veren veya taviz verdirilmeye çalışılan tarafın Türk tarafı olması kaygı ile izlenmesi gereken bir durumdur. Bu süreçte İngiltere'de veya KKTC'de eğitim alan mühendisler, işletmeciler, iktisatçılar ve diğer meslek erbabları KKTC'de yatırım yapıp kendi çarklarının oluşmasını sağlamaya çalışmak yerine, Türkiye'nin kendilerine uygun gördüğü boyuttaki çarkları kabullenmeyi tercih etmişlerdir. Ambargo uygulanan bir devlette bu kolay mıdır, elbette değildir, fakat küresel ekonomiye sahip dünya düzeninde hiçbir ambargo kırılamaz değildir. Bugün İran'ın bile ambargosunu kırmasında Türkiye'nin yardımı olabiliyorsa, kendi öz evladının KKTC'nin ambargosunu kırmasında yardım, teklife gerek bile duyulmadan gerçekleşmesi beklenen durumdur. Şu anda borçları sebebiyle kapatılan KTHY'nin Avrupa'ya uçuşlarının direkt olmasa bile, Türkiye bağlantılı olarak yapılması ambargonun kırılmasına yetmiştir, hava taşımacılığı için geçerli bu durum her türlü ürün için de geçerli olacaktır.

Üretim için gerekli enerjinin fuel-oil gibi tükenen ve pahalı bir kaynağa bağlı olması ise baştan kurulan sistemin ne derece hatalı olduğunu göstermektedir, bu durumda hem Kıbrıs devleti hem de Kıbrıs'lı işadamları enerji sektörüne yönelmeli ve üretim için gerekli enerjiyi kullanımı ücretsiz ve çevre dostu olan ayrıca adada bolca bulunan rüzgar, dalga ve güneş enerjilerinden elde etmenin yollarını aramalıdır.

Kıbrıslılara gelen bir diğer eleştri ise herbirinin villalarda oturduğu ve ikişer üçer arabalara sahip olduğudur. Bu standartların Türkiye'den giden yardımlar ile sağlandığı görüşü hâkimdir. Adada inşaat ve taşıtların Türkiye ile kıyas götüremeyecek derecede ucuz olması, benzin litre fiyatlarının Türkiyenin yarısı düzeyinde olması bir etken olduğu gibi, Kıbrıs genelinin sıcak hava şartlarından ve hayat tarzlarından dolayı müstakil olarak inşaa edilmesi de ayrı bir etkendir. Ayrıca ada halkının büyük kısmının gelirlerinin kaynağı yukarıda da bahsettiğim gibi Avrupa ülkelerinde alınlarının terleriyle kazandıkları paralardır, bu noktada da kimsenin parasını ne şekilde harcayacağı ve nasıl evlerde oturup hangi arabalara bineceği konusunda yorum yapma hakkı yoktur. Araba konusundaki bir diğer nokta ise ada genelindeki toplu taşıma eksikliğidir, son dönemlerde Kıb-Has firmasının girişimlerini saymazsak -ki o dahi sadece şehirlerden havaalanlarına gidiş maksadıyla kurulmuştur- adada aktif olarak çalışan otobüs veya dolmuş uygulaması yoktur. Dolmuş gibi çalışan ve adresten alıp adrese bırakan limuzin görünümlü taksiler vardır ancak bunlarında ücretleri Türkiye'deki şehiriçi otobüs veya dolmuş fiyatlarıyla karşılaştırıldığında bir hayli yüksektir. Bu etkenler bir araya geldiğinde görülmektedir ki adadaki günlük hayatın villa tipi evlerde ve hususi arabalarda geçmesi abartılacak bir husus değildir. Eğer Türkiye'den giden inşaat malzemeleriyle yapılan binaların veya Türkiye'den giden benzinin neden Türkiye'den daha ucuza satıldığı konusuna gelirsek aradaki farkın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının verdiği vergilerden karşılandığı gerçeğine ulaşabiliriz, ancak adanın varlığının devamı Türkiye'nin varlığına katkı sağlayacaksa ödenen bu fark cüzi bir miktar olarak kabul edilebilir.

KKTC Üniversitelerinin gördüğü muamele ise ayrıca ele alınması gereken bir husustur, kumar, tatil ve fuhuş sektörlerini bir kenara koyarsak adanın elle tutulur olarak tek gelir kaynağı bulundurduğu üniversiteleridir. Bu üniversitelerin en kötüsünün bile tesis ve imkan olarak Türkiye'deki birçok iyi ve başarılı kabul edilmiş üniversiteden daha iyi durumda olduğu bir gerçektir, öğretim üyeleri noktasında ise 80 milletten gelen öğrenciye uluslararası alanda kabul gören bir eğitim verebilmeleri sebebiyle kalitenin tartışılması gereksizdir, Konu öğrenci kalitesine geldiğinde ise durum biraz değişiyor, Türkiye halkının gözündeki imaj sebebiyle adaya giden öğrenciler genelde Türkiye'de istediği bölüme puanı yetmeyen öğrenciler olmakta ve bu öğrenciler de ancak gerekli öğrenim ve yaşam ücretini karşılayabiliyorlarsa bu üniversitelerde kendilerine yer bulabilmektedirler. Parası olmayan fakat Kıbrıs'taki bu kaliteli eğitim ortamında eğitim almak isteyen öğrenciler öğrenim bursu alabilmektedir fakat Türkiye Cumhuriyeti'nin adadaki Türk öğrencilere pek de sahip çıkmaması ve kredi ve yurt imkanlarından faydalanmada Türkiye'de okuyanlarla aynı hakları tanımaması da öğrencilerin tercihlerinde adayı geri plana itmesine sebep olmaktadır.

Konuya genel olarak baktığımızda, ne Yavruvatan halkının ne de Anavatan halkının birbirinden ayrılması tasavvur bile edilemez, halklar değilde devletler açısından ele aldığımızda da sonuç değişmeyecektir, Türkiye Cumhuriyeti güven içinde varlığını sürdürebilmek için, Kıbrıs adasında söz sahibi olmak zorunda, aynı şekilde KKTC ise dünya çapında tanınma konusunda arkasına Türkiye'nin desteğini almak zorundadır. Kıbrıs halkının da Türkiye halkının da birbirine üstünlüğü yoktur, hatta onlar bir bütün olarak tek halktır, ayrı bir aksana veya ayrı geleneklere sahip olabilirler fakat Türkiye kendi içerisinde bile çokkültürlü yapısıyla yüzlerce ayrı geleneğe sahnedir, öyle ise gelişmiş Türkiye, gelişmiş Kıbrıs ile gelişmiş Kıbrıs ise gelişmiş Türkiye ile var olacaktır. Bu zamana kadar karşılıklı olarak yapılan hatalar bir kenara bırakılmalı ve gecikmeli de olsa KKTC kendi ayakları üzerinde durabilecek ekonomik gelişmişlik seviyesine ulaştırılmalı, KKTC ise bu konuda eskisinden daha azimli ve inançlı olmalıdır.