28 Ekim 2010 Perşembe

Sanayii Devrimi: Bir Yolculuk Hikâyesi

Bir kağnı Londra yolunda ağır ağır toprak yoldan ilerlerken üzerindeki 5 kişinin hayattan ayrı ayrı istekleri ve hayalleri vardı.

Arabacı

Düşünceliydi, yeni gelen makina, tarlada ona olan gereksinimi karşılar olmuş böylece toprak sahibi onu işten çıkarmıştı, bu diğerleri gibi onun için de yeni bir günün başlangıcıydı. Öküzlerin hemen arkasındaki yerini almış şapkasının siperini indirmiş, sarma sigarasından derin derin nefesler çekiyordu. Tarlada karısıyla beraber çalıştığı günleri düşünüyor, sonra birden bir ürperti cereyan ediyor karısının iki karık ötede yere yığılıp kalışı gözünün önüne geliyordu, sarı saçlı Isabelle köyün en güzel kadını, karısı, hayatı her şeyi, iki hafta yatıyor sonra ise onu sonsuza dek terk ediyordu ancak giderken cennette buluşacaklarına dair bir sözü kurumuş dudaklarından, soğuk bir rüzgar gibi kocasının kulağına fısıldayıp kocasının elini sımsıkı tutmayı ihmal etmiyordu. Neden sonra bu düşünceler arabacının kafasından dağılıyor o ilk makinanın, çalıştığı tarlada gezdiği günü hatırlıyordu, nasıl da saf bir çocuk gibi onun yanına gitmiş hırıltılı sesini büyük bir ilgiyle izlemiş hatta makinanın dişlerinin toprağı karıklara ayırışı ve bunu yaparken hiç de zorlanmayışı hoşuna bile gitmişti, ancak bu adına traktör dedikleri canavar onu işinden etmiş ve bunu yaparken de hiç bir şey olmamış gibi horultular ve dumanlar çıkararak adeta, artık buranın yeni reisi benim der gibi muzaffer bir edayla ilerlemeye devam etmişti. Elindeki avucundaki birikimiyle aldığı bu öküzler de artık onun bundan sonraki hayatındaki can yoldaşları, iş arkadaşları olacak ve köyden kente akın akın göçmeye başlayan güruhu taşımasına yardım edeceklerdi. Biraz umut biraz da endişe vaat ediyordu bu yeni düzen onun için, şapkasını düzeltti ve elini rüzgara siper edip yeni bir sigara yakmaya koyuldu.

Baba

Arkasına aldığı ailenin daha iyi bir yaşamı hak ettiğini düşünüyordu, her şeyi onlar için yapmıştı, sırf onların rızkından kesmemek için dört senedir aynı gömleği giymiyor muydu, kıyafetlerinde yeni olan tek şey gün geçtikçe artan yamalarıydı. Garip bir ahenkle düzensiz bir biçimde farklı farklı parçalardan yapılan bu yamalar onu skalasında her renk bulunan bir ressam paleti gibi gösteriyordu. Köy artık onun içinde bir gelecek vaad etmemeye başlamıştı, öyle olunca da çok geçmeden gözünü karartıp karısını ve iki çocuğunu yanına alıp şehre doğru yola çıkmaya karar vermişti, olanca eşyasını -ki bu eşyalar zaten arabanın ancak yarısını doldurabilmişti- yanına alıp karısının kardeşinin yanına gidiyordu. Fabrika dedikleri yapılarda kendisi gibi çokça adamın bir şeyler üretmek için gün boyu çalıştığını duymuş, ekmek oradadır diye düşünüp bu kararını verebilmişti. Çalışırım diye içinden geçirdi, gerekirse sabahlara kadar gözümü kırpmam çalışırım ama bu çocukları aç bırakmam. Gerekirse bir dört sene daha gömleğimi yamalarım, şimdi yediğimin yarısını yerim, ayakkabım mı açıldı bir pençe daha vurdururum tabanına ne olacak, ayıp mıdır fakirlik? Kıvrılan yollara bakıyor ufukta görülen griliğin sebebinin çalışmayı ümit ettiği fabrikaların bacalarından çıktığını henüz bilmiyor olacağından; garip, köyde hava açıktı ama şehir yağacak gibi görünüyor diye düşünüyordu. Varsın yağsındı bugün onun için yeni bir hayatın başlangıcı olacak, şehirde her şey eskisinden de iyi olacak, çalışacak ve ailesine bakacaktı. Güneş dumanların arasından yılların kırlaştırdığı saçlarına vururken, yüzünün derin kırışıklarını daha da belirginleştiriyor, araba ağır aksak yoluna devam ediyordu.

Kadın

İki çocuğu onun için her şeyden önemliydi, hayatını paylaştığı kocasına ise gönlünü vermiş ve bu sevgi ona tarifi mümkün olmayan bir güven duymasına yol açmıştı. Kocası yanındayken hayatın zorlukları ona daha kolay geliyordu, rüzgar bile daha az sert esiyor gibi geliyordu onunla birlikteyken. Ancak şehre yaklaştıkça esen rüzgar kara kara külleri savurur olmuştu yüzlerine, bir yandan mendiliyle yüzünü kapatırken bir yandan da çocuklarını sakınmaya çalışıyordu. Şaşkındı bu zamana değin rüzgarın böyle küller savurduğuna hiç şahit olmamıştı, sanayiinin getirdikleriyle ilk tanışması böyle olmuştu işte kadının. Çok geçmeden bu gri bulutlar dağılır diye düşündü kadın o zaman çocuklarını sokağa salacak ve yeni arkadaşlar edinmelerini salık verecekti onlara. Ancak o bulutlar ne o gün ne de yıllar boyu bacalardan çıkmayı kesmeyecek ve bir çok insanın ciğerlerini adeta mengene gibi sıkarak kan kusmalarına sebebiyet verecekti.

Çocuklar

Hiç bir şeyden haberleri olmayan bu çocuklara yolculuk adeta bir oyun gibi geliyordu, öküzlerin, kulaklarına konmaya çalışan sinekleri kafalarını tatlı tatlı sallayarak kovmalarını izliyor ve birbirleriyle bu sinek konacak şu konamayacak diye bahse tutuşuyorlardı. Henüz her şey bir oyundu onlar için. Yeni evleri bir apartmanın bodrum katında olacak ve mutfaklarında gezen patkan fareleri de onlar için bir korkuya değil eğlenceye davetiye çıkaracaktı. Sokaklarda da kısa pantolonlarıyla girip çıkmadıkları delik olmayacaktı bir iki seneye kadar. Ancak ondan sonra onlar da eve ekmek getirecek yaşa geleceklerdi çünkü onbir oniki yaşlarına gelen her çocuk bu yeni hayat düzeninde üretimde yerlerini almalıydı, ya bir atölyeye çırak girip günde bir ekmeği doğrultacak kadar kazanacaklar ya da sokaklarda başkalarının filelerini taşımak için gezecek ve gününe göre, bahşişlere göre az çok demeden kazanmaya çalışacaklardı. Araba son düzlüğe girdiğinde artık şaşırtıcı bir dünyanın içine gireceklerini anladılar ve içlerinde bir yerde bir şeyler kıpırdamaya başladı, meraklı gözlerle etraflarına bakıyor ve bu kadar çok binayı doldurabilecek kadar insanın yaşayıp yaşayamayacağını akıllarında tartmaya çalışıyorlardı.

Nihayet şehre geldiler toprak yol yerini taşlık bir zemine bıraktı. Arabacının avucuna sayılan bir kaç demir paradan sonra, adamın para torbasında pek bir şey kalmamıştı ancak moral bozmak yoktu bu şehir onlara ve bir çoklarına ev ve iş sahipliği yapacak kadar büyüktü. Ha bir de, herkese yetecek kadar umut çıkıyordu fabrikaların bacalarından.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder