3 Eylül 2011 Cumartesi

Kopma Noktasına Gelen Türkiye-İsrail İlişkileri

İsrail, içinde bulunduğu coğrafya ve bu coğrafyadaki ülke ve insanlara karşı tutumu sebebiyle Akdeniz'de tek dost ülke olarak Türkiye'yi görebilen ve bu dostluğu ortak askeri operasyonlar, terör örgütüne yönelik müdahalelerde kullanmak üzere teknoloji transferleri gibi noktalarda Türkiye ile ortak çalışarak sağlamlaştırmış bir ülkeydi. Peki ne oldu da bu simbiyotik denilebilecek yapı tek bir iktidar döneminde 180 derece yön değiştirdi. İlişkilerin ilk gerildiği, daha doğrusu gerilmenin ilk açıkça dile getirildiği yer R. Tayyip Erdoğan'ın ünlü "one minute" çıkışını yaptığı 2009 Davos zirvesi olmuştu. Burada İsrail lideri Peres'e sert çıkan Erdoğan, ilişkileri koparacağının sinyallerini vermişti. Daha sonra karşılıklı olarak sınırlanan diplomatik ve askeri ilişkiler, 2010 yılında İsrail'in Filistin'e uyguladığı Gazze blokajını kırmak amacıyla Mavi Marmara isimli insani yardım gemisinin yola çıkması ve bu gemideki aktivistlerin uluslararası sularda İsrail ordusunun saldırısına uğraması sonucu meydana gelen sivil ölümleriyle gerginliğinin son noktalarına dayanmıştı. Bu noktadan sonra bir özür bekleyen Ankara hükümeti, İsrail'in kibiri ve yaptığı eylemin haklı olduğunu savunması sebebiyle karşılık bulamadı. Türkiye'den İsrail'e gönderilen temsilcinin İsrail'li temsilciden daha alçak bir sandalyeye oturtulması da "signalling" olarak değerlendirilmiş ve "düşük sandalye skandalı" olarak kayıtlara geçmişti. Son olarak 2011 Eylülünde, İsrail elçiliğindeki yüksek mevkii temsilcilerin sınırdışı edilmesi ve temsil'in 2.katip seviyesine indirilmesi ile Türkiye-İsrail arasında olan diplomatik ve askeri ilişkilerini teknik olarak olmasa da pratikte bitirmiştir.

Peki gelelim bu olayın sonuçlarına, Türkiye'nin bu tutumu sadece İsrail'e karşı olmamış ayrıca BM'nin Mavi Marmara raporuna da olmuştur, bu raporda uluslararası sularda silahsız sivillere saldıran pür-silah İsrail askerlerinin kendilerini savunduğunun belirtilmesi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından şiddetle eleştirilmiş ve raporun Türkiye tarafından yok sayılacağı bildirilmiştir. Diplomatik ve askeri açıdan tedavisi kısa ve orta vadede zor olan bir sürece sürüklenen Türkiye bu olaylar sonucu zaten artık fazla güvenilmeyen bir müttefiki kaybetmiş oldu, ancak bu noktada İsrail'in kaybı Türkiye'den büyüktür, çünkü bulunduğu coğrafyada sadece tek bir ülkeyle müttefik sayılabilecek olan İsrail bu ülkeyi de kaybederek tek başınalığını pekiştirmiş oldu. Filistindeki insanlık ayıbına da daha fazla dikkat çekilmesi yine İsrail'in kaybına olacak ve Avrupa ülkeleri de zaten belirtmiş oldukları tepkileri çok yüksek seviyeye ulaşmasa da artırarak sürdürecektir. Bunların yanındaki en önemli konu ise iki ülke arasında ve ağırlıkla siviller tarafından yürütülen ve hacmi 2,5 milyar doları bulan ticarete vurulacak olan darbe olacaktır. Türkiye'nin 1,1 milyarı bulan ithalatı azalacak veya kesilecek, İsrail'in ise 1,4 milyarı bulan ithalatı yara alacaktır.

Filistin'e yapılanlar ve daha sonra Türkiye'ye karşı verilen tepkiler ve verilmeyen karşılıklar, ilişkilerin bu noktaya geleceğini zaten gösteriyordu, dolayısıyla 2. katip seviyesinde temsil durumu, malum'un ilanı olarak değerlendirilebilir. İsrail'e olan güvenin azalması  Türkiye'yi İsrail'e bağımlı olduğu askeri alanlarda çalışmalar yapmaya zorlamış ve heron insansız hava uçaklarının muadilleri Türkiye'de de üretilmeye başlanmıştı, bu gelişmeler Türkiye'nin teknolojiyi satın almak yerine üretmeye yönelmesine de dolaylı yoldan katkı sağlamıştır denilebilir, ancak genel bağlamda bölgenin önemli ve tehlikeli ülkelerinden olan İsrail ile kopan ilişkiler uzun vadede ne sonuçlar doğuracak, beklemek ve görmek gerekir. Ancak şöyle bir çıkarım yapılabilir ki karşılıklı olarak kaybet-kaybet şeklinde açıklanabilecek politikalar en azından Türkiye'de dışa bağımlı olunan teknolojiler lehine kazan-kaybet politikalarına çevrilebilir tabii eğer geç kalınmaz ve doğru adımlar atılabilirse.

Mertcan Bilgili




Fotograf, politikadergisi.com adresinden alınmıştır.