19 Kasım 2010 Cuma

Asya'da Çin Malı Stratejiler

Uzun müddet, başta A.B.D. olmak üzere gelişmiş Avrupa ülkeleri tarafından da oksijeni kısılmak suretiyle uykuda kalması sağlanan ancak nihayet bu uykusundan uyanma belirtileri gösterip hızlıca toparlanan Çin Halk Cumhuriyeti günümüzde Asya politikalarına mihmandarlık etme görevine soyunuyor, ancak bu uyku mahmuru insan gücü devi, bir kıtanın politikasını belirlemek gibi zor bir işi, sizce başarabilecek mi?

Çin'in ucuz iş gücünün beslendiği ana damarı tahmin etmek çok güç olmasa gerek, Bingo! sizlerin de doğru tahmin ettiği gibi Kapitalizm. Zaten Çin'deki hayat şartlarının bir insanın hayatını idamesi için gerekli olan temel şartların çok altında bir irtifada seyretmesi sebebiyle gelişen sanayii ve buna bağlı olarak artan taleplerin karşılanmasına iş gücü yönünden katkı sağlayacak "insan" grubu, bu taleplere mecburiyetten olsa gerek cevapsız kalmadı ve girişimci ruha sahip bir kaç kısa boylu çekik gözlü dost, devlet yönetimi tarafından sübvanse edildi ve dünyaya, adına ucuz üretim denen ve yatırımcılarda bağımlılık yaratan sistem bedavaya yakın bir meblağ ile sağlandı, böylece ilk atölyeler kuruldu ve bütün dünya yatırımcılarına ticaret dili olan İngilizce ile "Shipping cost? Under this conditions forget about it!" dedirtecek koşullar doğdu. Yeni iş gücü o kadar ucuzdu ki, üretim sürecinden tüketicilere ulaşım süreci, arada binlerce kilometre olmasına rağmen önemini yitiriyordu, hatta ve hatta bu ucuz iş gücü yatırımcıların başını öyle döndürdü ki, hedef kitlenin hemen yanıbaşında bulunan ülkelerdeki fabrikalarını kapatıp bir de üstüne Çin toprakları içinde yeni fabrikalar kuracak duruma geldiler. Bu olay ise Avrupa ve Orta Doğu'da kalifiye fakat işsiz elemanlar ancak Doğu Asya'da kalifiye olmayan fakat çalışan bir kesimin oluşmasına zemin sağladı. Olayın bireyler bazındaki ekonomik etkilerini bir yana bırakalım, çünkü ülkeler ve çok-uluslu şirketler üzerindeki  yaptırımlar, bireyler bazından daha dramatik sonuçlara yol açabilir. Şimdi isterseniz, yeni dünya düzeninde Asya ülkelerinin özelliklede Çin'in yerini masaya yatıralım.

Küresel süper güç olarak tanımlanan ancak militaristik anlayışı, gözdağı ver, tehdit et ve sadece yıkıma odaklı savaş aç'tan öteye geçemeyen Amerika, nasıl bir Asya istiyor? Tabiidir ki A.B.D.'de diğer despot yönetimler gibi, gücümüze güç katalım ve bu yolda önümüze çıkan engelleri yıkalım politikasının dünyamızdaki bayrak taşıyanı. Bu sebeple, stratejilerinin odak noktası her zaman tek merkezli dünya fakat çok merkezli kıtalar ve dolayısıyla çok merkezli Asya olacaktır. İşbirliğine gitmiş bir Asya, askeri büyüme hızı ekonomik büyüme hızının üç katına çıkmış bir Çin'i ile bir dönemler uzay teknolojisinde kıran kırana yarıştığı Rusya'sı ile dünyanın ikinci kalabalık ülkesi ve dirayetli insanları sayesinde hedefe kitlenen Hindistan'ı ile doğal gaz, petrol gibi A.B.D.'nin adeta göbeğinden bağlı kaynaklara sahip olan Türki Cumhuriyetleri ile ve Teknolojinin pîrlerini içinde barındıran çalışkanlığın simgesi Japonya'sı ile dünya üzerinde söz sahibi olmaya aday bir coğrafya, bu da güçlü Asya eşittir güçsüz A.B.D. tezinin en önemli dayanak noktalarından biridir. Bu bağlamda Amerika'nın en azından önümüzdeki çeyrek yüzyıldaki politikasının Asya'yı kutuplaştırmaya devam etmek yönünde olacağı söylenebilir. Peki genelde daha sessiz davranan Avrupa'nın bu konudaki etkisi ne olacak? Avrupa, günümüz dünyasında kendisini, doğal kaynaklarına olan ihtiyacından olsa gerek bir çok boru hattı ile Türkiye üzerinden Asya'ya bağlamak işiyle meşgul. Bu sebeple Avrupa'nın, Asya politikaları, eğer çok soğuk geçecek olan kışlara veya sıcak fakat yüksek mâliyetli ısınma koşullarına hazırlıklı değillerse A.B.D.'ye göre daha ılıman ve cesaretlendirici olmak zorunda. Afrika ve Avustralya'nın ise Asya ile Japon yapımı otomobil satın alacak tüketici kitlesi dışında çok fazla bir çıkar ilişkisi bulunmuyor.

Gelelim Çin'in, Asya'nın hamîliği görevini yürütüp yürütemeyeceğine, ekonomik ve askeri olarak bu görevi yerine getirmek için Çin'in daha epey yolu var gibi gözüküyor çünkü süper güç olmak sadece sahip olduğunuz kuvvete değil diğer ülkelerde uyandırdığınız korku ve saygı hislerine de bağlıdır. Henüz geçtiğimiz yıllarda Tibet ve Sincan bölgelerinde yaşayan halkların başlattığı isyanlar, Çin'in hakim olduğunu iddia ettiği alanlarda dahi söz sahibi olamadığını gösteriyor ve Çin'in özellikle Sincan bölgesinde uyguladığı veya uygulanılmasına göz yumduğu kıyım, dünyaya, Amerika'dan sonra ikinci bir süper güç'ün doğması hâlinde, onun da gözünün döneceği ve Amerika'nın yakın geçmiş ve günümüzde Afganistan ve Irak'ta yaptığına benzer, sivil ölümlerin merkez alındığı, kanlı, "hedefi bertârâf et ve onun mal varlığına sahip ol" olarak adlandırılabilecek politikasının bir başka ülke tarafından sahipleneceği yönünde fikir beyan etmelerine yol açtı.

Bu olayların tamamını ele aldığımızda ulaştığımız nokta bizi şuraya getiriyor, Çin Halk Cumhuriyeti sahip olduğu rejim sayesinde, insanlarını istediği fiyatla ve istediği şartlar altında çalıştırabilecek bir güç ve dünya buna kendi çıkarları doğrultusunda göz yumuyor. Ancak bu demek değil ki, ekonomik ve askeri yönden gelişen Çin dünyanın yönetimi üzerinde söz sahibi olacak ve dünyanın merkezi Washington'dan Pekin'e kayacak. Eskiye nazaran, ülke ve çok-uluslu şirket stratejilerinin yönünün Avrupa kaynaklı üretimden Çin kaynaklı üretime döndüğü yadsınamaz bir gerçekliktir, fakat henüz önünde çok yolu olan Çin, dünya ile kurduğu bağlantılar sayesinde halkında gerçekleşen uyanışa cevap veremez ve liberalizm'e kayan yola taş koymakta ısrar ederse, Çin Halkı taşları yuvarlayıp yolu açmaya çalışmayı değil, direk olarak gittikleri yolu değiştirip Çin yönetimini alaşağı etmeyi tercih edebilir.

Çin yönetimi dünyaya ucuz iş gücü hastalığını bulaştırırken şunu unuttu, kendi halkına da artık Kapitalizm hastalığı bulaşmıştı ve artık önünde her dediğini bir koyun gibi yapacak bir topluluk değil, sahip olabileceği para karşılığında nelere ulaşabileceğini görmüş ve kafasında artık soru işaretleri oluşmaya başlamış bir halka sahip olma kanalına girmişti. Dünyanın kalanının giderek artan talepleri bir çeyrek yüzyıl içerisinde Çin işçisinin kalitesini artıracak ve Çindeki üretim artık yatırımcıların taleplerini karşılayacak kadar ucuz olmaktan çıkacak, bu da yatırımcılar tarafından, faaliyet gösterilen ülkeleri üretim alanı olarak kabul eden sisteme geri dönüşün artık yıkılmaz zannedilen duvarlarını çelik koç başlarıyla yıkmak üzere zorlayacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder