8 Kasım 2010 Pazartesi

Kıbrıs Meselesi ve Kapalı Maraş

Maraş dendiğinde ilk aklımıza gelen şey genellikle Kahramanmaraş ili, Sütçü İmam ve Lahmacundur, ancak bir diğer Maraş da Kıbrıs'da bulunmaktadır. Peki Kıbrıs'a bugüne kadar gitmiş olanlar neden hiç bu bölgede gezemediklerini, altın sarısı kumsallarının ziyaretçilerinin neden sadece karette kaplumbağaları olduğunu ve dünyanın ilk yedi yıldızlı otelinin inşaatının 1974den beri neden ilerlemediğini biliyor mu? Maraş ya da Rumca ismiyle Varosha bölgesi Akdeniz bölgesinin en lüks otellerinin ve binalarının olduğu bölgeydi 1974 yılına kadar, hâlâ da bu bölgedeki lüks yapıların kalitesini yakalayamayan yerler 2010 dünyasında pek çoktur. Peki neden bu bölgeye giriş yasaklandı önce bu noktaya değinelim ve ardından Varosha'da küçük bir yolculuğa çıkalım. Bilindiği gibi 1974 yılı öncesi Kıbrıs'ta Rumlar ve Türkler birlikte yaşamakta ve Kıbrıs adası ne Yunanistan'a ne de Türkiye'ye aitti ancak 1970lere gelindiğinde Yunanlı bazı aktivistler, Kıbrıslı Rumları kışkırttı ve Megalo-Idea'nın önemli bir ayağı olan Kıbrıs'ı Yunanlaştırmak amacıyla galeyâna getirdi. Dönemin başbakanı merhum Bülent Ecevit'in önderliğinde başlatılan Kıbrıs Barış Harekâtına kadar binlerce Rum düne kadar ekmeklerini bölüştükleri, evlerini paylaştıkları hatta kan kardeşi oldukları ada Türklerine karşı amansız bir işkence ve saldırı başlattılar. Sadece Lefkoşe sınırlarındaki Barbarlık Müzesini görmek bile savunmasızlıktan kendisini banyoya kilitleyip küvetin içine mevzilenmeye çalışmış bir anne ve iki çocuğun bu iki masumiyet simgesi hâline gelmiş varlığın nasıl bir cani ruh hâliyle öldürülmüş olabileceğini anlayamamak ve savaşa lanet etmek için yeterlidir. İşte bu insanlık ayıbına bir dur demek için 1974 yılı yazında bir temmuz sabahında "Ayşe tatile çıktı.* " ve Türk Silahlı Kuvvetleri olumsuz geçen diplomatik görüşmelerin ardından adaya barış getirmek amacıyla harekete geçti ve Varosha bölgesine de böylece hâkim oldu. Ancak bölge karşılıklı uluslararası antlaşmalar ile yerleşime kapandı ve Türk askeri ile Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin denetimine verildi.

Dilerseniz olayın bu tarihi ve yürek burkan iç yüzünü bir kenara bırakalım ve gelin Maraş'ta bu hayalet şehirde hayâli bir gezintiye çıkalım.

Maraş'ın sokakları bomboştur ancak şehrin durumu sanki bütün halk ada'nın diğer bir şehrinde aniden bir karnaval başlamış ve herkes elindeki işini, uğraşını olduğı gibi bırakıp bu karnaval'a gitmiş gibi yaşama ve hareketliliğe her an hazır hâldedir. Penceresinden perdeler dışarı sarkmış olan bir ev var yanıbaşımızda ancak gariplik şu, cam açık içeride yemek masası hazır vaziyette olmasına hatta masadaki şamdan bile henüz yakılmamış hâlde olmasına rağmen üstlerinde kalın bir toz tabakası var ve kırmızı ipek kumaş kaplı ahşap sandalyelerin yüzü yer yer bordo ve hatta gri renge dönüşmüş durumda. Mutfaktan "yemek hazır" diye bir ses gelecek ve içeride odalarında oynayan çocuklar koşarak gelip sofraya oturacak hissine kapılsak da camlardan içeri giren sarmaşıklar ve bahçe yolunu bürümüş otlar bu evde yaşamın yıllardır devam etmediği gerçeğini umarsızca haykırır gibiler. Hemen karşı ara yoldan çarşıya doğru süzülelim, köşedeki büyük ve heybetli yapı bir Alfa Romeo galerisi, artık rengi griye çalmış camekanından baktığımızda görüyoruz ki, 1974 model olup da hâlâ hiç kullanılmamış ve satılmaya hazır halde bekleyen otomobiller dünya üzerinde sadece bu şehirde karşımıza çıkabilir. Bir kilise ilişiyor şimdi gözümüze çanı yıllardır çalmamış ve insan yüzü görmemiş oturakları, hiç bir kusur dile getirilmemiş yıllardır günah çıkarma kabininde, ancak kapağı aralık duran posta kutusundan yıllardır kış döneminde ıslanan, yaz döneminde kavrulan mektuplar sahibine ulaşamamış vaziyette bir umut içerisinde beklemekte ve bize "burası her zaman böyle ıssız değildi, bir zamanlar biz de insanlar için buradaydık" demektedirler. Biraz dinlenmek için kapısı aralık kalmış olan bir bara uğruyoruz şimdi, koltukları bukalemun derisiyle kaplı bu barın ve bardakları altın kaplama aynı tuvaletlerindeki lavaboları gibi, her yerinden mahzun bir ihtişam fışkırıyor bu keskin ahşap ve toz kokulu barın bizse sıcak bir yaz akşamı yan masada bir beyle bir bayanın hiç yerine getirememek üzere burada buluşmak için sözleştiklerini hatırlayıp iç geçiriyoruz. Barda biraz soluklandıktan sonra sahile inen yolda bir bakkal dükkanının yanından geçiyoruz şimdi, sıcak akdeniz ikliminin etkisiyle susamış olduğumuzdan biraz serinlemek maksadıyla, soğuk bir meşrubat almak ümidiyle bakkalın kapısına yöneliyoruz, kapı kapalı!, henüz dükkanını açamadan bölgeyi terketmiş olacak sahibi, ancak camekanına yüzümüzü dayadığımızda görüyoruz ki, açık olsaydı eğer her türlü meşrubatı bize sunabilecek bir dükkandı burası ancak maalesef o da sessizliğe gömülmüş vaziyette, bir gün yeni bir müşteriyi daha ağırlayabilir miyim acaba sorusunu uzun zamandır kendisine soruyor gibi boynu bükük duruyor. Bâri biraz denizde serinleyelim düşüncesiyle sahile ilerliyoruz, devasa bir yapı var önümüzde, mutlaka lüks bir otel olmalı bu yapı, ancak ilerledikçe bu yapıda bir gariplik seziyoruz, duvarları aynı bir tırtılın taze yaprağı kemirmesi gibi delik deşik olmuş hatta bir de büyükçe delik var bir cephesinde, tırtılın yuvası olmalı diye düşünerek ilerliyoruz, ve acı gerçek görüntü biraz daha netleşince tokat gibi yüzümüze vuruluyor, bu binalar tarandığı ve bombalandığı için bu durumdalar ve kaç yazdır boş duruyor odaları, 2015 yılına kadar İngiltere Kraliyet Ailesi adına ayırtılmış ve hazır hâlde tutuluyor olmasına rağmen. Otele girmeden sahile ilerliyoruz, sahili boylu boyunca çevirmiş olan dikenli teller çıkıyor yolumuza ve geçecek yer bulamıyoruz, bu hayalet şehirdeki nice anı gibi biz de kapana kısılmış durumdayız artık, derken otomatik bir tüfeğe mermi sürülüyor ve başımızı çeviriyoruz sesin geldiği yere, bir Birleşmiş Milletler askeri üniformasındaki UN yazısıyla bize doğru yaklaşıyor ve "Don't Move!" diye bağırıyor. Dikenli teller dünyasında ait olduğumuz yerin telin diğer tarafı olduğu gerçeğini hatırlıyor ve silahlı güç nezaretinde bölge dışına çıkarılıyoruz. Gazi Magosa'nın içlerine doğru ilerlerken arkaya dönüp baktığımızda görüyoruz ki bu hayalet şehir bütün mahzunluğuyla ve tebeşirlerle çizilmiş, sek sek oynamaları için çocukları bekleyen sokaklarıyla içli ve sessiz ağlıyor tam 26 senedir olduğu gibi insana hasret, savaşa düşman!


* "Ayşe tatile çıksın." cümlesi , dönemin Dış İşleri Bakanı Turan Güneş tarafından dönemin başbakanı Bülent Ecevit'e iletilen ve anlaşmanın mümkün olamayacağını gösteren paroladır. Bu parola söylendiğinde Güneş, Cenevre Konferansındaki diplomatik görüşmeleri bitirmiş ve Yunanlıların anlaşmaya yanaşmadıkları, dolayısıyla harp hâlinin kaçınılmaz olduğu bilgisini bu parola ile Türkiye'ye bildirmiştir. Ayşe ismi Turan Güneş'in kızının ismidir ve bu sayede olası bir dinlemede durumun anlaşılması bertâraf edilmiştir.

3 yorum:

  1. Mükemmel bir yazı çok teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Rebiya Kadeer ile Rauf Denktaş arasında en ufak bir benzerlik yoktur. Aksini iddia eden Proleter Devrimci Aydınlık ve Bilim&Ütopya dergisi öğretisine göre Şupilliluma, Hector ve Mustafa Kemal'e ihanet etmiş sayılır. Hamurrabi yasaları uyarınca kazığa oturtulması gerekir.

    YanıtlaSil